3 Şubat 2009 Salı

Yerli Sinemada Kadin (1) Hulya Koçyigit

Yerli sinemada kadın denildiğinde bilahhasa geçmiş yılları kastederek söylemek icab ederse hep "prototip" bir kadın vardır izleyicinin karşısında.

Zayıf, çaresiz, boyun eğen, başı eğik, tüm yaşamı erkeğe bağlı, erkeğe muhtaç bu kadın tipinin en odak figürü Hülya Koçyiğit olagelmiştir. Önce hemen başta belirtmeyi istiyorum, kesinlikle en iyi kadın oyunculardan biridir Koçyiğit. Altın Portakal ödülünü en fazla alan oyuncu oluşu gerçekten boşuna değildir. Önceleri Yerli Sinemada 70'leri ve 80'leri yazarken kadın portresindeki değişimi özellikle Hülya Koçyiğit üzerinden vermek gerektiği yazının arka planında belli oluyordu. Müjde Ar istisnası farklıdır. O zaten 1980'lerde doğrudan kuralları yıkan bir sanatçı olarak başlıyor Onat Kutlar'ın dediği gibi.


Onu öncesiyle ele alamıyoruz dolayısıyla Hülya Koçyiğit'in filmografisi ödüllü film olan Susuz Yaz (Metin Erksan,1963) ile başlar. Arada melodram türünden film süreci geçiren sanatçının ikinci miladı Gelin(1972) idir. Esas önemli olan bundan sonrasıdır.

Gelin filmini kısaca özetleyelim: köyden kente göç olgusunu ve asimilasyonu toplumsal gerçekçi boyutta işleyen ilk iki filmden biri olan (1) Gelin filminin sonunda kocasının ve kaynatasının eline mahkum ekonomik bağımsızlığı olmayan Meryem gelin (H Koçyiğit) en sonunda oğlu Osman (Kahraman Kıral)


ölüverince isyan ediyor, büyüye, üfürüğe, geleneklere saplanmış tüm aileyi elinin tersiyle itip, işçi sınıfına katılarak daha bilinçli ve üretici hayatı tercih edecektir. Ve kocası da onun bu yoluna -geç te olsa- gidiyor. Gelin bu finalle yarıda bırakılıyor. Sonrası Düğün(1973) ve Diyet(1974) geliyor.



1970'lerdeki "üçleme sineması" diye adlandırılan ve Lütfi Akad üstadın öncülük ettiği bu akımın filmleri olan Gelin(1972) -Düğün(1973) ve Diyet(1974) te yer yer karşı başkaldırsa da genel olarak boyun eğen, çaresiz kadın tipi ile karşılaşıyoruz . Üçlemenin sonuncusu olan Diyet filminde biraz kozasından çıkmış ipek böceği gibi kent yaşamına adapte olmaktadır "kadın". Bir fabrika işçisini canlandırır. 1963'te Susuz Yaz'la daha ilk filmiyle Altın Portakal ödülü-


nü alan Koçyiğit'in esas olan çizgisine; yani toplumcu gerçekliğe dönüşüdür. Bunda çalıştığı yönetmenlerin de payını yabana atmamalı.

Diyet filminden sonra 1975'te Atıf Yılmaz'ın İşte Hayat filmi 1980'ler sinemasının taslağı gibidir esasında. İşte Hayat filminde Uğur Dündar'ın "Kadınlarımız" belgeseline zorla kendisini artist olarak sokmaya çalışan ve bunun içinde Gazeteci Uğur Dündar'ı kaçıran ve ona şantaj yapan hafif bir kadını canlandırır.

Film içinde kare kare memleketten kadın manzararını canlandıran Ayşe Gevrek (H Koçyiğit) sonunda iyi bir iş çıkararak alnı temiz çıkar bu girişiminden.

Filmin 1980'ler sinemasının taslağı denilebilecek yanı da Hülya Koçyiğit'in ilerideki filmlerinde hayat vereceği karakterlerin fragmanları vardır bu filmde. Tarlada çalışan dul kadın (Kurbağalar'daki Elmas kadın) mahkum kadın (Firar'daki Ayşe Sarıca), Şarktaki memur kadın (Derman'daki Ebe Mürvet Derman)kentli anne kadın (Yavrularım'daki Seher Kara) ve dahası sayılabilir.


Biraz acemice bir girişim olsa da; biraz Yeşilçam kokan bir film olsa da İşte Hayat Hülya Koçyiğit açısından yine de iyi bir başlangıç olmuş olgun sinema dönemine... Gerisi 1980'lerde dalga dalga gelecektir.


1980'lerde Şerif Gören üçlemesi olan ve H Koçyiğit ile yetenekli oyuncu Talat Bulut'un başrollerini üstlendiği Derman (Aralık1982/ Şubat 1983), Firar(1984) ve Kurbağalar (1985) sanatçının filmografisinde baştacı edilecek filmlerdir. Bu filmlerde toz kondurulamaz eli yüzü düzgün, dikişinde nakışında pek hamarat bir kadını değil; ete kemiğe bürünmüş, hatasıyla, suçuyla, başarısıyla, yenilgisiyle, cinselliğiyle kanlı canlı herhangi bir "kadın" figürü söz konusudur.

Özellikle Firar ayrı bir yere sahiptir üç film içinden.Gelenekselci, cinsiyetçi, hatta fallokrasist erkek sömürüsünün mahpus duvarlarından, tamamen erkeklerin bulunduğu şantiye gibi mekanlarından sunulan görsel bir eleştirisidir Firar. Buradaki kadın tipi için yanlışıyla, doğrusuyla yorum yapmak yerine bizzat oyuncunun bu filme ilişkin sözlerine yer vermekte yarar var:

Firar filmi için şöyle diyor sanatçı : "Bu filmdeki kadın müthiş kararlı ve eylemci. Yaptıklarının doğru olduğunu söyleyemem ama sonuçta muhtaç, boynu bükük değil.Haksızlığa uğradığını anladı ve kendisiyle imam nikahlı yaşayan, teyzesinin kızıyla da resmi nikahla yaşayan eşini öldürdü, içeri düştü.Kendisine yapılan hakszılığı kadınlık gururuna yediremiyor. Bu güne kadar oynadığım tiplerin çok dışında. Rolümü sevdim ve de heyecanlanarak oynadım..." (2)


Filmdeki kadın hapishane gardiyanının yardımı ile de sonra firar ediyor tevkif evinden. Bnu dışarıdaki yavrularına kavuşmak için yapıyor. O denli aklı onlarda ve çocuklarında ki, üzüntüyü bile düşünemiyor. Bununla (üzülmek, ahlanmak, sızlanmak ) yerine türlü türlü düşüncelerle firar yapmanın peşine düşüyor. Kadına mahsus olarak biçilen toplumsal rol yok. Filmi farklı kılan da budur. Hatta ana rolü de biraz yüzeysel ve geri planda kalıyor.Bu rol finalde doruğa çıkacak ve orda bitecek.

Bir de filmdeki "topal gardiyanın"ın da (Talat Bulut) kadına yaklaşımı şirince. Daha doğrusu çok insani. Evet erkeklik güdüleri de devrede yok değil ama alışlılageldik tipten değil. Köylüsü olduğu için sürekli çocuklarından muhtardan, dayılarından haber getiriyor; kadının rahatladığını, mutlu olduğunu görmekten kendine umut payı biçiyor. Belki de o kadının bedeni mahpussa gardiyanın da vicdanı mahpus. Bunun özgürlük telafisi gibi sanki.

Firar gerçekleşene kadar sık sık şu kare yinelenir durur:


-hadi kızlar sayım var...


-1-2-3-4-5-6-7-8-9-10-12-14-16-17-18-19...29; BİR DE BEN 30 !


Gardiyan: Tamam...Allah Kurtarsın


Koğuş : Sağol!


Çok düşündürücü olduğu kadar da sevimli bir film Firar. Kadınlar koğuşundaki güzellik yarışmalarından, kutlama yapmak için her tür ilginç olayları bahane etmeye varana kadar bin bir renkle dolu yaşantılar dört duvarın arasına sığdırılmış bir öykü Firar...

Gardiyanın fikriyle haspihanin tuvaletinin penceresinden ziyretçi görüşüne açılan tellerin ardı olan kısma; yani ziyarteçilerin olduğu görüş kısmına atlıyor Ayşe kadın.


Tabii gardiyanın temin ettiği peruk vb. şeylerle kılık değiştirerek. Firar filminin sosyal açıdan en ilginç yanı da kadınların ve erkeklerin kendi aralarındaki tüm argo konuşmları bir arada olarak sunan toplumsal gerçekçi bir film.


Ve tabii kadının da bir cinsel dürtüsü olduğunu, onun da karşı cinsten tahrik olabileceğini gerekirse -eğer adı kadında yanlışsa yanlış olsun- yanlış yapabileceğini tüm çırpaklığıyla ama cıvıklaşmadan sunan cinsiyetçi -toplumsal- açıdan da gerçekçi bir film. Hiç bir yanıyla yapmacık değil Firar filmi.


Filmin sonu çok duygu yüklü türden bir kavuşma-ayrılma ile bitiyor. Çocuklarına kavuşan firari kadın ilk ve tek burada birden anne oluyor. Ve filmdeki Ayşe kadın anneliğe doymadan, sanatçı da anne rolüne daha tam başlarken ekip polisler bir çırpıda yakalayıveriyorlar ve rolü de filmi de başlamadan bitiriyorlar.Karga tulumba götürülen bir kadının çığlıkları ve "annemizi bırakmayın ne isterseniz yaparız diyen iki küçük kız görüntüsü....


Kurbağalar (1985) filminde de dul bir kadın olarak bu sefer mücadele veren bir kadın tipi var. Kurbağalar sanatçının "en iyi kadın oyuncu" ödülü dalında birden çok çevreden ve uluslararası platformaldan ödül almış filmdir, Susuz Yaz 'dan sonra.

Bunlardan sonra filmografisini Almanya ve gurbet konusunu işleyen çalışmalarıyla sürdürüyor sanatçı. Bu da bir üçleme sayılır. 40 Metrekare Almanya (1984), Almanya Acı Vatan(1984) ve son olarak ta Almanya'dan yurda kesin dönüşü konu alan Yavrularım(1985)...

Yavrularım filmini izledikten sonra oyuncuya ulaşıp bir şeyi var mı yok mu diye sorasımız gelmişti. O denli etkileyici bir rolüyle iç içelik vardı. Öleceğine kesin gözüyle bakılan meme kanseri anne kadın Seher Kara ölmeden önce 6 tane ufak çocuğunu çeşitli ailelere evlatlık veriyor ve öldükten sonra da mezarda iken "yılın annesi"

unvanına layık görülüyor. Bu filmde kadınlık yine geri planda ve annelik fazlasıyla ön plana çıkmış durumda. Hatta kocasına bile bu anaç duyguyu öylesine hissettirir ki 6 tane çocuk için 6 kere anne oldum sana der.


Niçe gibi pesimist bir düşünürün "...ölmeden önce küllerinden nasıl varedebilir insan kendini diye düşünmeli..." sözündeki o numune optimistik düşünce var filmin temasında. Hereşeye rağmen nasıl bir umut çıkarabilirisiniz yaşamınızda teması. Tartışmaya açık bir sonla bitiyor bu yönüyle.


Hülya Koçyiğit'in, eşi Selim Soydan'la kurduğu Gülşah Film yapımcılığının ilk iki filmi olan Gülşah Küçük Anne(1974) ile Gülşah(1974) filmlerini hariçte tutarsak İşte Hayat (1975) ile başlayan ve 1980'lerde daha da yerine oturan sinematografik çizgisi ilerleyen zamanlarda daha da hatırı sayılır bir sanatçı olarak bahsettirecektir kendisinden.


Sevgiyle...


(1) (Diğeri de Türkan Şoray'ın yönettiği Dönüş idi)

http://www.vartositesi.com

VARTONUN ÇIĞLIĞI

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder